25 Aralık 2013 Çarşamba

Yaşadığı Anın Farkında Olmak

Dr. Dilaver Selvi

Ariflerin üzerinde durduğu önemli prensiplerden biri de “Vukuf-i Zamani”dir. Manası, içinde bulunduğu zamanın farkında olmaktır. Diğer bir ifadeyle, kalbi uyanık yaşamak, her an gafletten uzak olmak, içinde bulunduğu anda üzerine düşeni bilmek ve gereğini yapmaktır. Buna, hayatı Yüce Allah’a adamak diyor arifler.

Bütün hayatı Allah’a adamak... Bu yüksek ahlâk ve ilâhi aşk, “Rasulüm de ki: Benim namazım ve ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 162) ayetinde özetlenmiştir. Çünkü bütün vakitlerde övülme, sevilme ve zikredilme hakkı Cenab-ı Hakk’a aittir. Bu hak hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Çünkü kulun her anı ayrı bir hayattır. Ve bu hayatın kaynağı Yüce Allah’tır. Kul dünyada da ahirette de O’na muhtaçtır.

Yüce Yaratıcımız, gece ve gündüzden oluşan bütün zamanları iki şey için yarattığını belirtmiştir. Biri tezekkür, diğeri şükür. (Furkan, 62) 

Alimler tezekküre, ilim ve ibret manalarını veriyor. İlim, kainatın sahibini tanımak; ibret ise, her şeyde tecelli eden ilâhi sanatı görüp kalbi Yüce Yaratıcıya bağlamaktır.
Şükür, nimetin kimden geldiğini bilmek, nimet ile sevinmek ve vereni sevmektir. Şükür, nimetin sahibine isyan etmemektir. Şükür, kulun her şeyi ile Yüce Allah’ın mülkü olduğunu anlaması ve her an O’ndan razı olmasıdır. Buna samimi dostluk ve güzel kulluk denir. 

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, Yüce Yaratıcı’dan gafletle geçen vakitleri hasret vakti olarak tanıtmıştır. Öyle ki, cennete giren bütün kullar, sadece dünyadaki zikirsiz ve şükürsüz geçen vakitlerine üzüleceklerdir. (Tebaranî, İbnu’s-Sinnî, Heysemi, Münzirî)

ZAMAN EN BÜYÜK SERMAYEDİR
Büyükler, vakit nakittir derler. Yani vakit kainatta en değerli sermayedir. Vakit insana nakit kazandırır, fakat dünya dolusu nakit verilse, geçen bir saniye geri getirilemez. Dünyada her an bir defa yaşanır, bir daha ele geçmez. Onun için Allah dostları her anı son fırsat olarak görmüşler ve her nefesi son nefes gibi değerlendirmişlerdir. Çünkü insan hayatı iki nefes arasındaki süredir. Alınan bir nefes geri verilmese hayat biter. Tersi de böyledir. Bu nefesler sayılıdır ve son sayı insana gizlidir. Kimse şu kadar nefesim kaldı, bu kadar süre daha yaşayacağım diyemez. 

İnsan ömrü üç zaman dilimine ayrılır. Birisi geçen süredir. Buna mazi denir. Bu süre, iyiliği ve kötülüğü ile geride kalmıştır. Diğeri elde olmayan süredir. Buna âti (gelecek) denir. İnsanın ona ulaşıp ulaşmayacağı belli değildir. Bir diğeri de insanın içinde yaşadığı andır. İşte eldeki zaman odur. Buna fırsat denir. Yapılması gereken ne varsa onda yapılmalıdır. Çünkü o da geçmek üzeredir. 

Hayırlı işlerde, ‘şimdi dursun sonra yaparım’ demek şeytandandır. Efendimiz s.a.v.’in uyardığı gibi, sonra yaparım diyenler kesin pişman olmuşlardır. Bu her işte böyledir. Büluğ çağına ulaştıktan sonra, insanın mükellefiyet süresi başlar. Artık insan zamandan sorumludur. Zamana bağlı iş ve ibadetlerden mesuldür.

Zaman Yüce Allah’ın insana en büyük emanetidir. Allah bu emanetin korunmasını istemektedir. Helal ve hayır işlerde geçen ömür ihya edilmiş ve korunmuş olur. Haram işleyerek geçen zamanlar ise zayi edilmiştir. 

Rasulullah s.a.v. Efendimiz, insanların iki büyük nimette aldandığını haber vermiştir. Bunlar sıhhat ve boş vakittir (Buharî). Kıyamet günü, herkese hesabı ve şükrü sorulacak dört nimet vardır. Bunlardan ikisi zamanla ilgilidir. Yüce Allah herkese gençliğini nerede harcadığını ve ömrünü nerede tükettiğini soracaktır. Diğer iki nimet de mal ve ilimdir. (Tirmizî)

Cüneyd-i Bağdadî k.s. der ki: “Vakit sermayeni iyi kullan. O bir kere ele geçer. Kaçırdın mı bir daha ele geçiremezsin. Kainatta vakitten daha kıymetli bir servet yoktur.”

Hasan Basrî k.s. da sahabenin halini şöyle anlatır: “Ben öyle insanlara ulaştım ki, sizin elinizdeki altın ve gümüşü koruduğunuzdan daha fazla vakitlerini koruyor ve boşa harcamaktan sakınıyorlardı. Sizden biriniz nasıl iyi bir kazanç getirmeyen yerlere altın ve gümüşünü harcamıyorsa, onlar da zamanlarını öyle titizlikte koruyor; bir nefesini dahi zayi etmiyor, vakitlerini Allah’a itaatin dışında asla kullanmıyorlardı.”

Hz. Ali r.a., şerefli hanımı Hz. Fatıma r.a.’ya demiştir ki: “Fatıma! Yemek yaptığın vakit sulu ve hafif yemekler yap. Fazla çiğneme derdi olmasın. Çünkü sulu yemek tez yenir, kuru yemeği çok çiğnemek gerekir. İkisi arasında elli defa tesbih ve zikir farkı vardır. Yemek başında çok bekleyip hayırlı işlerden geri kalmayalım.” (İbnu Acibe)

ZAMANI İYİ OKUMALIDIR
Her insan yaşadığı zaman içinde şu dört halden biriyle karşılaşır. Ya itaat eder, ya isyan, ya nimet içindedir ya da sıkıntı. İtaat Yüce Allah’a hamd etmeyi gerektirir. İsyana düşene istiğfar ve tevbe lazımdır. Nimet tevazu ve şükür ister. Sıkıntı anı ise sabır, rıza, dua ve yalvarma zamanıdır. Kısaca, her şey kulu Yüce Allah’a bağlamak ve ahirete hazırlamak içindir. Ağlamak da gülmek de Allah’tandır. Zamanı istediği gibi evirip çeviren ve türlü hallerle bizleri yüz yüze getiren O’dur. 

Hak yolcusunun en önemli işi muhasebedir. Muhasebe, kalbin ve nefsin ne halde olduğunu kontrol etmektir. Allah’a ve ahirete yönelen herkese güzel bir tevbeden sonra kuvvetli bir muhasebe ilmi lazımdır. Hak yolcusu her akşam günlük değerlendirmesini yapmalıdır. ‘Bugün Allah için ne yaptım, ahiretime ne gönderdim, hangi tür hayırlara el attım, ne gibi günahlara bulaştım, bu durumda bana ne gerekir, niyetim nedir, kalbim ne haldedir, nefsim hangi sıfatları taşıyor, şu anki halimden daha iyi olamaz mıydım’ gibi soruları kendi kendine sormalıdır. 

Büyük veli Şah-ı Nakşibend k.s., vukuf-i zamani prensibini açıklarken şöyle diyor: “Zamana vakıf olmak, nefsin hallerini tanımaktır. Hak yolcusu, niyetini ve amellerini iyi kontrol etmelidir. Eğer niyeti ve ameli Kur’an ve Sünnet’in öğrettiği edebe uyuyorsa Allahu Tealâ o anda kuldan razıdır. Kul o hale sevinip şükretmelidir. Eğer kulun niyetinde Allah rızası yok ve ameli de dinin öğrettiği edebe uymuyorsa, hemen istiğfar ve tevbeye sarılmalıdır. Kusur halindeki kula tevbe lazımdır. Bu yol, her anını kontrol etmeye dayalıdır. Akıllı kimse aldığı her nefesinin farkında olur, onu zikirle mi yoksa gafletle mi alıp verdiğini bilir.”

Ariflerden Ebu Muhammed el-Cerir k.s., “tasavvuf, insanın yaşadığı vakit içinde yapılması gereken en hayırlı işi yapmaktır” derken, Allah dostlarının en önemli özelliğini gözler önüne sermiştir. Gerçekten tarih iyice incelenirse kâmil velilerin hayatı kadar huzurlu, dolu, canlı, faydalı ve tamamen Allah’a adanmış bir hayat bulunamaz.

Arifler, sufiyi “ibnu’l-vakt” olarak tarif ederler. İbnu’l-vakt, içinde bulunduğu vaktin çocuğu manasındadır. Bu sıfattaki insan, içinde bulunduğu anda ne lazımsa onu yapar, boş ve gereksiz işlerden kaçar. İyi de olsa kendisini ilgilendirmeyen veya zamanı gelmeyen şeylerle uğraşmaz. Vaktini dini ve dünyası için en kazançlı bir şekilde değerlendirir.

Zamanı iyi tanımak, her zaman dünya ve ahirette faydamıza olacak işler yapmaktır. Fakat günümüz insanının en fazla israf ettiği sermaye zamandır. Özellikle gençlik dönemi bir oyun ve eğlence dönemi olarak görülmektedir. Halbuki gençlik dünya ve ahiret hayatının hazırlığı için bize verilmiştir. O dönemi sadece boşa harcamak kadar üzücü bir şey yoktur. Buna rağmen çoğumuz nefsin keyfine göre yaşamakta, uzun bir hayat arzulamakta ve bu sebeple çok şeyi kendisine dert etmektedir. Bu, “uzun emel”dir. 

Uzun emel insanı tembel eder, gevşetir, boş işlerle yorar, gelecek endişesiyle korkutur, sonuçta sahibine ciddi zararlar verir. Halbuki tavsiye edilen, hayırlarda acele etmek ve yapılması gerekeni ilk fırsatta yapmaktır.

NE YAPMALI, NEREDEN BAŞLAMALI?
Birçoğumuz şunu şöylüyor: “En fazla beş dakika süren dört rekâtlık bir namazı bile baştan sona kalb huzuru ile tamamlayamıyoruz. Zikrederken bile gafletimiz devam ediyor. Yüzümüz Kâbe’de iken gönlümüz başka yerde. İbadette gafletten kurtulamadıktan sonra diğer zaman ve işlerde nasıl uyanık olalım? Bir günü ve koca bir ömrü zarar etmeden nasıl kapatalım?”

Gerçekten bütün vakitlerini hakkıyla değerlendiren insanlar çok azdır. Ancak dinimizde “iyiliği kötülüğünden fazla olanlar iyi kabul edilir” prensibi vardır. Her gün güzel şeyler yapmaya niyetlenen, iyi işlere yönelen ve kötü davranışlarını fark edip üzülen kimse -inşallah- iyilerden sayılır. Kusurları Allah’ın sonsuz rahmetiyle affedilir.

Öncelikle, bizi zarara sokan ve vaktimizi ziyan eden işlerin ne olduğunu bilmeliyiz. Söz ve davranışlarımızda, kazanç ve harcamalarımızda haramlardan kesin olarak kaçınmalıyız. Çünkü haram kalbi öldürür, vakti ziyan eder. Helal dairede kalmayı, hayırlı işler yapmayı, Allah için kimseye sıkıntı vermeden yaşamayı hedeflemeliyiz. Yerken, ibadete kuvvet bulmaya, uyurken dinlenip yeni hayırlara hazırlanmaya, mübah dairede eğlenirken eşimizin, çocuklarımızın ve dostların hakkını korumaya niyet etmeliyiz. Niyetimiz iyi olduktan sonra bütün işlerimiz hayra döner, ilâhi sevgi ve sevap vesilesi olur. Günü içinde harama bulaşmayan, Yüce Allah’ın emirlerine itaat eden kimse, onu zikretmiş olur. Zikreden şükretmiştir. Şükreden ise Allah’ın rahmetine ermiştir. 

Arifler der ki: Bir insan farz amelleri yapsa, haramlardan kaçınsa, bir saat sabah bir saat akşam zikir için vakit ayırsa, kalbini zikirle ihya etmiş ve gününe şükretmiş olur.

Her anı zikir içinde geçirmek çok büyük bir saadettir. Bu mümkündür. Çünkü Peygamberler ve Allah dostları böyle yapmışlardır. Bunun mümkün olduğuna inanan kimse birinci adımı atmıştır.

YARIM SAATLİK ÇABAYLA BİRİKEN HAZİNE
Bir Hak dostu şunları anlatır: “Gençliğimde Allah dostlarının güzel meclislerine katıldım, sohbetlerini dinledim. Onların bütün zamanlarını Allah ile geçirdiklerini, yerken içerken, çalışırken, çarşı pazarda gezerken bile kalplerinin Allah’ı anmaktan geri kalmadığını işittim. Buna hayret ettim, mümkün olup olmayacağını düşündüm. Önce imkansız geldi. Sordum, mümkündür dediler. Hem bu halin ayet-i kerimelerde her müminden istendiğini hatırlattılar. Buna şaşırdım ve aynı zamanda sevindim. İrşad halkasına katıldığım mürşidime gittim. Samimi olarak derdimi açtım. ‘Ben de bütün zamanlarımı Yüce Allah’ı unutmadan zikirle geçirmek istiyorum, bunun yolunu bana öğretiniz’ dedim. Mürşidim güldü: ‘Güzel, ama acele etme!’ dedi. Bana önce yarım saatimi alacak bir zikir çeşidi verdi. Dua etti ve: ‘Şimdilik buna devam et, kalbini uyanık tutmaya çalış. Bunu başarınca yanıma gel’ dedi. Ben de günde yarım saatimi zikir için ayırdım. Buna devam ettim. İçimde önceleri bilmediğim ve alışmadığım bir tat buldum. Kalbimde bir canlanma hissettim. Zikir yarım saat sürüyor, fakat kalbimdeki tesiri ve tadı yarım gün devam ediyordu. İşin-gücün arasında kalbimi dinliyor ve onun Allah Allah şeklindeki atışlarını duyuyordum. Tekrar mürşidime gittim. Süreyi biraz daha uzatmamı istedi. Bir saatimi zikirle geçirmemi ve kalp uyanıklığına dikkat etmemi tavsiye etti. Söylediği gibi devam ettim.

Böylece sabırla devam ede ede Yüce Allah’a hamd olsun, şu ayetlerin sırrına mazhar oldum: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde gerçek akıl sahipleri için (varlığımıza, birliğimize ve yüceliğimize delil olacak) nice ayetler vardır. O temiz akıl sahipleri, yürürken, otururken ve yanları üzeri yatarken devamlı Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru. (Âl-i İmran, 190-191)”

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Hz. Mevlana'nın Eserlerinde Ramazan ve Oruç

Hz. Mevlânâ"nın Mesnevî-i Şerîf"ini ve Dîvân-ı Kebîr"ini incelendiğimizde onun Ramazan ayı ve oruç ibadeti hakkındaki görüşlerini şöylece özetleyebiliriz:
“Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır” diyen Mevlânâ, orucu çok özlediğinden ve hasretle beklediğinden bahseder. Bazen ise orucu bir “ana” gibi görür.
Oruç ayı olan Ramazan"a neşeli olarak girilmeli; ona kavuşulduğu için Cenâb-ı Hakk"a şükredilip sevinilmelidir.
Oruç; kişide imanın, Allah"ı sevmenin, O"na bağlanmanın, O"ndan sakınmanın, haramdan kaçınmanın varlığına şahitlik eder.
Ramazan"da sadece yemek ve içmekten kaçınmak değil, kötü söz söylemek ve kötü iş işlemekten de kaçınmak, bunlara sabır göstermek gerekir.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç; şeytanı ve nefsi güçsüz ve etkisiz hâle getirir, maddî ve manevî açıdan temizliği gerçekleştirir, gönlü bedenî isteklerin tahakkümünden kurtarır, nefsi kirlerinden arındırır, ruhu özgürleştirir, gönül gözünü açar, manevî görüşü artırır, sabrı öğretir, bedenî hastalıklardan korunmanın yollarını öğretir, insanın insanlığı olgunlaşır, manevî rızıklara ulaştırır, Allah"a yakınlaştırır.

Bu namaz, oruç, hacc ve cihad da inanışa tanıktır.
Bu zekât "hediye", bu hasedi bırakma da "kendi sırrından haber verme" dir.
İhsanda bulunmak, doyurmak, konuk davet etmek: “Ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık” demektir.
Hediyeler, armağanlar, sunulan şeyler: “Ben seninleyim; seni seviyorum” diye tanıklıktan ibarettir.
Kim, bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? “İçimde bir cevherim var”, demektir.
Allah"tan çekinmemden yahut cömertliğimden bir cevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: “Bu, helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkân yok.”
Zekât der ki: “Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde, aynı yolda olandan nasıl çalar?”
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah"ın adalet mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüyü çıkarmıştır.
Fakat Allah"ın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerde bulunmakla beraber nihayet onu hepsinden de arıtır.
Rahmeti, o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
Allah, onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti onu bu hatadan arıtır.
Bu sûretle de Allah"ın yarlıgayıcılığı meydana çıkar, bu miğfer kulun kelliğini örter.
Yağmur, pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.1
Sevgi (kulluk), düşünce ve mânâdan ibaret olsaydı, bize oruç ve namaz lüzumlu olmazdı.
Bağlılık ve sevgiden bir eser olsun diye dostlar birbirine armağan sunarlar.
O armağanlar, bağlılığın ve sevginin şahitleridir. Yani onlarda samimiyet ve beraberlik gizlidir.
O ihsanlar, gönülde meydana gelen sevginin görünen şahitleridir.2

Oruca sarıl, sabret; orucu terk etme, her an Hak"tan rızkını bekle!3


Cihad ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allah"ın, kulu kendinden uzaklaştırmasından daha iyidir.4


“İnsanın namaz kılmayı arzu edişi, oruç tutuşu, hep Hakk"ın kulunu kendine çekisindendir.”5


Oruç yüzünden bizim canımız dirilik elde edecektir!
Ramazan geldi; aşk ve iman padişahının sancağı erişti! Artık maddî yiyeceklerden elini çek! Çünkü göklerden manevî rızık geldi ve can sofrası kuruldu!
Can, bedenin hantallığından kurtuldu; tabiatımızın isteklerinin eli bağlandı! Aşk ve iman ordusu geldi, sapıklık ve imansızlık ordusunu kırdı geçirdi!
Bir bakıma oruç, bizim kurtuluşumuzun kurbanı sayılır; bizim canımız, onun yüzünden dirilik elde edecektir!
Mademki gönül evine misafir olarak can geldi, onun uğruna bedenimizi tamamıyla kurban edelim.
Sabır, hoş bir buluttur; ondan, hikmet, manevî lütuflar yağar! Bu sebeptendir ki, Kur"ân-ı Kerim de bu sabır ayında nâzil olmuştur!
Bizi kötü işler, günahlar işlemeye teşvik eden kirli nefsimiz, arınmaya, temizlenmeye muhtaçtı! Ramazan gelince, günah zindanının kapısı kırıldı; can, nefsin esaretinden kurtuldu, miraca çıktı, sevgiliye kavuştu!
Bu mübarek ayda gönül de boş durmadı; ümitsizlik perdesini yırttı, göklere uçtu! Can, zaten bu kirli dünyaya mensup değildi, meleklerdendi; onlara ulaştı!
Ramazan günlerinde sarkıtılan merhamet ipine sarıl da, şu beden kuyusundaki hapisten kendini kurtar! Yusuf aleyhisselam kuyunun ağzına geldi, seni çağırıyor; çabuk ol, vakit geçirme!
İsa aleyhisselam isteklerden, beden eşeğinin arzularından kurtulunca, duası kabul edildi! Sen de nefsanî isteklerden temizlen, elini yıka! Çünkü gökyüzünden manevî yemeklerle dolu sofra geldi!
Haydi, elini ağzını yıka; ne yemek ye, ne iç, ne de söyle! Hakikate erdikleri, Hakk"ı buldukları için susup duran ermişlere gelen mana sözlerini, mana lokmalarını ancak Şems-i Tebrîzî"nin himmeti ile bulabilirsin!6


İSLÂM"IN binası beş direk üzerine kurulmuştur. Allah"a yemin ederim ki, bu direklerin en büyüğü oruçtur.
Sen, orucu, şaşılacak acayip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil! Oruç, insana can bağışlar. Gönül lütfeder. Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş!
Sen, göklere çıkmak, Mi"rac etmek sevdasındaysan, şunu bil ki, oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır.
Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de, o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakikati göstermiyor.
Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur.
Âşıkların hayatı, beden matbahı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o matbahları aydınlatmak için çıktı geldi.
Dünyada şeytanın karnını deşen bir bıçağa benzeyen oruçtan daha fazla şeytan öldürücü, nefsin kanını dökücü bir şey var mı?
Padişahlar padişahının kapısında kendisine gizli, özel bir vazife verilmiş, çabucak faydalı olan, kâr bağışlayan kim var? Kim olacak? Oruç!
Oruç, özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tazeleştirir ki, zavallı balığı bile su o kadar tazeleştirmez.
Nefis ile savaşa girişen mücahidin, gönül maksadına ulaşma yolunda oruç, yüz binlerce yardımcı canın yaşayışından daha da iyidir.
İslam"ın binası şu beş direk üstüne kurulmuştur: “Kelime-i şahadet, Zekât, Hac, Oruç, Namaz.” Allah"a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur!
Cenâb-ı Hak, bu beş direğin her birinde orucu, orucun kaderini gizlemiştir. Zaten oruç kadir gecesi gibi gizlidir.
Midesine düşkün olan, çok mide ağrısı çeker, sızlanır durur. Zaten midesine düşkün olanların talihlerinde oruç yoktur.
Oruç, Allah"ın has kullarına Hz. Süleyman"ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür yahut da taçtır. Onu ancak seçkin kullarının başlarına giydirir.
Oruçlunun gülüşü, oruçsuzun secdedeki halinden iyidir. Çünkü oruç, o Rahman"ın sofrasına oturtacaktır.
Sen farkında değilsin ama, yemek yediğin vakit, için pislikle dolar. Oruç hamama benzer. Seni maddî ve manevî kirliliklerden, bütün kötülüklerden temizler.
Sen, hiç bilgi nuruyla nurlanmış bir hayvan gördün mü? Beden de bir hayvandır. Hayvanın ardına düşüp de orucu bırakma!
Sen vahdet denizinden ayrı düşmüş bir damla gibisin. Sen aslına nasıl ulaşacaksın? İşte oruç, sel gibi, yağmur gibi seni alır, denize ulaştırır.
Nefsinle savaşa girişince; “Ben orucu öyle ucuza satmam!” diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!
Nefsin gönlüne musallat olmuş bir Rüstem"dir ama, oruç onu gül yaprağı gibi tir tir titretir.
İçinde ab-ı hayatın gizlendiği bir karanlıktan bahsederler. Aklı başında olanlara o karanlık, oruçtur.
Sen, canının içinde Kur"an nurunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç bütün Kur"an"ın tertemiz nurunun sırrıdır.
Gök sofralarının, ruha mahsus sofraların başına tertemiz kişiler oturturlar. İşte oruç, sana, onlarla bir kaptan yemek yedirir.
Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hale kor. Sonra da padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.
Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk"a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca layık değillerdir.7


ORUÇ AYI GELDİ
Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olan kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun.
Ben ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum.
Aya bakayım derken başımdan külahım düştü. Mübarek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti.
Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zaten mest olmuşum, aklım başımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hali varmış.
Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir ay var. Hem de Türk gibi oruç çadırında gizlenmiş.
Bu mübarek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli aya yol bulur.
Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer.
Bu ayda dualar kabul olur. Oruçlunun âhı gökleri deler, geçer.
Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır"ında sultan olur.
Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler.
Gel ey Şemseddin, ey Tebriz şehrinin avunduğu büyük insan! Oruç askerinin başkumandanı sensin.8


ORUÇ SEVDASI BAMBAŞKA BİR SEVDADIR
Artık, ekmeğe karsı ağzını kapa, tatlı oruç geldi. Şimdiye kadar, yemenin, içmenin hünerini gördün. Şimdi de orucun hünerini seyret!
Oruç, Meryem oğlu İsa"ya zemzem oldu. Oruç yolculuğuna çıktı da dördüncü kat göğe yükseldi.
Kuşların kanat çırpmaları nerede, meleklerin kanat çırpmaları nerede? Kuşlar yem için kanat çırparlar, melekler ise oruca doğru uçarlar.
Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri de vardır. Oruç sevdası bambaşka bir sevdadır.
Oruç, çarşafa girmiş, kendini gizlemiş bir güzeldir. Çarşafını aç da onu seyret; o ne kadar güzelmiş!
Boynunu inceltir ama, seni ölümden emin eder. Mide dolgunluğu, rahatsızlığı, fazla yiyip içmeden meydana gelir. Oruç ise seni manen mest eder.
Otuz gün ramazan denizinde bir baştan bir başa, bir uçtan bir uca yüzer durursun. Sonunda oruç incisi elde edersin.
Şeytanın bütün hileleri, tedbirleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar, kırılır.9


Oruç harmanından can BUĞDAYI satın al!
Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu. Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma!
Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur!
Rıza çölüne bak, Allah"ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşahede et!
Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç!
Ey gül! Kanlara batmışsın, hal böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun? Yoksa Halil"in İshak"ı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun?
Neden ekmeğe asıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!10


Ey gönül; oruçlu iken Allah"a misafirsin!
Ey gönül! Oruçlu iken Allah"a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!
Sen, bu mübarek ayda cehennemin kapısını kapadın! Böylece sen, cennetten binlerce kapı açarsın!
Topraktan, ateşten, sudan, rüzgârdan dikilmiş olan beden hırkasını çıkar, at!
Can, aşkın kapısına geldi de; “Beni affet; sen, özürlerin canısın!” diye yalvardı!
“Ey aşk!” diye sızlandı. “Bu ayda özrümüzü kabul et; hata ettik!”
Aşk da, gülerek cana dedi ki: “Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!
Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve ümidin hastasısın!
Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine gelmeyesin!”
Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü onun gözü, canlara can katar!11


Ramazan ayında gereği gibi oruç tutarsan, senin vücut toprağını altın ederler. Senin fani varlığını taş gibi ezerler de göğe sürme yaparlar. İftar vaktinde yediğin yemek lokmasının her biri, birer mânâ incisi olur. Ramazan"da yemekte, içmekte, kötü söz söylemekte, kötü iş işlemekte sabırlı olduğun için, bu sabır, senin manevî görüşünü artırır, gönlünün gözünü açar.12

1 Mesnevi, cilt: V, beyit no: 183-199
2 Mesnevî, cilt: I, beyit no: 2625-2628
3 Mesnevi, cilt: V, beyit no: 1749
4 Mesnevi, cilt: VI, beyit no: 1769
5 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, trc. Şefik Can, cilt: I, gazel no: 375
6 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: I, gazel no: 459
7 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: II, gazel no: 803
8 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1119
9 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1155
10 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1175
11 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1326
12 Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: IV, rubai no: 368


Kaynak:

12 Nisan 2013 Cuma

Hz.Peygamber'in (sav) Âlemlere Rahmet Olması


Doç. Dr. M. Akgül
Kur'ân'da Hz. Muhammed'in Özellikleri


Haddi zâtında her peygamber, Allâh'ın insanlara bir lütfu ve rahmetidir. Ancak son peygamber olması, nübüvvetinin, cinler de dahil herkesi içine alması ve herkesin bir şekilde onun peygamberliğinden istifade etmesindendir ki o, âlemlere rahmet olarak tavsif edilmiştir: "İşte bunun içindir ki ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik."(Enbiyâ 21/107)"Rahmet", merhamete muhtaç olana iyilik etmeyi gerektiren şefkat duygusu olarak tarif edilmiştir. Bu kelime, bazen mücerred bir şefkat duygusu, bazen de şefkatten mücerred bir iyilik duygusu mânâsına kullanılmaktadır. Yani rahmette hem şefkat, hem de iyilik etmek mânâları vardır. Rahmet Allâh'tan olunca, ihsan, lütuf ve ikram mânâlarına; insanlardan olunca da şefkat ve acıyıp iyi muâmele etmek anlamlarına gelmektedir.

Rahmet, Allâh'ın sıfatlarından olup, Kur'ân'ın farklı âyetlerinde üzerinde durulmaktadır:"Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsat etmeyin. Hem endişe, hem de ümit ile Ona yalvarın. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti iyi kimselere yakındır."(A'râf 7/56), "Sen'in mağfireti bol Rabb'in, merhametlidir. Eğer işledikleri suçları sebebiyle onları cezalandıracak olsaydı, azabı onlara hemen gönderirdi. Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki o vâde geldiğinde Allah'ın cezasından kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar."(Kehf 18/58), "..Allah, imanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir."(Bakara 2/143) "Siz de Allah'ın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz? Allah gerçekten Gafurdur, Rahimdir."(Nûr 24/22)

Şefkat hissi, özellikle eğitimle ilgilenenler için bulunması gerekli olan bir vasıftır. Kalbi katı olan birisinin gerçek mürebbî olması düşünülemez. Zîra rahmet, kalbî bir kıpırdanış, rûhî bir teessür ve insanı, terbiye ettiği kimseleri hafife almaktan engelleyen bir duygudur. Hz.Muhammed (sav), bütün insanlığın muallimi olduğuna göre, rahmet duygusunun en fazla onda bulunması gerekir.

Onun rahmeti sâdece inanan insanları değil, aynı zamanda bütün insanlığı içine alan bir rahmettir. Âyetin ifadesiyle o, bütün âlemlere rahmettir: "İşte bunun içindir ki ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik."(Enbiyâ 21/107) Ve bu rahmet, hem dînî, hem de dünyevî yöndendir. Dînî yönden rahmet olması: Hz.Peygamber, insanlar câhiliye dediğimiz karanlık bir devrede, dalâlet içerisindeyken ve aynı zamanda ehl-i kitab'ın da, kendi kitaplarında ihtilafa düştükleri bir dönemde gönderilmiştir. Böylece Allah onu, gerçeği aramaya ve kurtuluş ile mükâfaatı kazanmaya hiçbir yolun bulunmadığı bir zamanda göndermiş, onunla insanlara, hidâyete giden yolları göstermiştir. Dünyevî bakımdan rahmet olması: İnsanlık onun sayesinde pekçok zilletden, harpden, kargaşadan kurtulmuş, gerçek sulha ve huzura kavuşmuştur.

Resûlullâh'ın rahmeti, müslümanları, gayr-ı müslimleri, dostları, düşmanları, hürleri, köleleri, büyükleri, küçükleri, hattâ insanların yanında hayvanları da içine alacak kadar geniş bir rahmettir. Evet onun rahmeti, mü'mine hidâyet, münafığın hayatı için bir emân, kâfire de İlâhî azabın te'hiri şeklinde tecellî etmiş, münafıklar, bu rahmet sayesinde dünyada azap görmemişler, müslümanlarla içli dışlı yaşamışlar, onların istifade ettikleri haklardan istifade etmişler ve onların bu durumları yüzlerine vurulmamıştır. Daha önceki milletler, Allah'a karşı yaptıkları isyanlardan toptan helak edildikleri halde, Resûlullah geldikten sonra böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Böylelikle kâfirler de bu rahmetten istifade etmişlerdir. Yani onun varlığı, azabın gelmesini önleyen bir özelliğe sahiptir: "Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azap etmez."(Enfâl 8/33) Ve Allâh Resûlü'nün bununla ilgili şu sözleri: "Ben rahmet olarak gönderildim, lanetçi olarak değil."(1) "Ben Muhammed'im, Ben Ahmed'im, Ben Mukaffî -son peygamberim- Ben Hâşir'im. Ben tevbe ve rahmet peygamberiyim."(2)

Allah Resûlü'nün rahmetinin genişliğinden, Cibril'in dahi istifade ettiği rivâyet edilmektedir. Bir gün Hz. Peygamber Cibril'e sorar: "Sana da bu rahmetten birşey ulaştı mı?"Cibril: Evet Ya Resûlallah! Çünkü ben de âkibetimden emin değildim. Ne zaman ki: "Kuşkusuz o, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlü, Arş'ın sahibinin yanında çok itibarlıdır. Orada ona itaat edilir, güvenilir."(3) âyeti nâzil oldu, ben de emniyete erdim."buyurmuştur.

Cenâb-ı Hakk, Resûlullâh'a merhametli olmasını, mü'minlere kanat germesini tavsiye etmiş: "Ve müminlere kol kanat ger, şefkatle koru onları."(Hicr 15/88), "Sana tabi olan müminlere kol kanat ger."(Şuârâ 26/215) gibi âyetlerle onlar için bir rahmet olduğunu bildirmiştir:"Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için "O herkese kulak veren safın biridir"derler. De ki: "Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir, Allah'a inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!"İşte böylesi bir Allah Resûlünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır."(Tevbe 9/61) aynı zamanda kendisine âit iki isimle de onu vasıflandırmıştır "Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir."(Tevbe 9/128).

Hz.Peygamber, ümmetine o kadar düşkündür ki, zaman zaman bu yüzden dolayı göz yaşı bile dökmektedir. Bir gün Resûlullâh, Hz.İbrâhim hakkındaki: "Ya Rabbi, doğrusu onlar (putlar) insanların birçoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tabi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse o da senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafursun, Rahimsin."(İbrâhim 14/36) âyeti ile, Hz.Îsâ hakkındaki: "Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Senin kullarındır. Onları affedersen, Aziz-u Hakim: Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi ancak Sensin."(Mâide 5/118) âyetini okuyarak ellerini kaldırmış: "Ya Rabbi! Ümmeti! Ümmeti!.."diye duâ etmiş ve göz yaşı dökmüş. Bunun üzerine Allah: "Ya Cibril! Muhammed'e git, ona niçin ağladığını sor.-Rabbin onun niçin ağladığını pekalâ bilir ya.-"demiş. Cibril de ona gelerek sormuş. Resûlullâh da kendisinin ne söylediğini ona haber vermiş. -Halbuki Allah onun ne söylediğini pekalâ bilir.- Nihayet Allah: "Ya Cibril! Git Muhammed'e şunu söyle: Biz seni ümmetin hakkında razı edeceğiz ve seni üzmeyeceğiz."buyurmuştur. (4) Ayrıca: "Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın."(Duhâ 93/5) âyetiyle de bu durum te'yid edilmiştir.

Hz.Peygamber (sav), insanları inanmadıkları zaman karşılaşacakları kötü âkibet karşısında uyarıyor ve onları hidâyete da'vet ediyordu. Ancak onlar, kendilerini hayra çağıran bu insana karşı koyuyorlar ve inanmak istemiyorlardı. Bu durum karşısında şefkat ve merhamet timsali Allâh Elçisi dayanamıyor, sıkıntılı anlar geçiriyordu:"Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!"(Kehf 18/6), "Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yeyip tüketeceksin."(Şuârâ 26/3). Resûlullah'ın bu sıkıntısını gidermek, onu rahatlatmak ve üzülmemesini sağlamak için, İlâhî bir îkaz geliyor, hidâyet ve dalâletin Allâh'ın elinde olduğu belirtiliyordu:"Hiç kötü işleri kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler işleyen kimse gibi olur mu? Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir. O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir."(Fâtır 35/8)

Resûlullâh (sav), son derece hassas ve gözü yaşlı bir insandı. Fakirlere acır, bütün canlılara ve hayvanlara şefkat ve merhametle muamele ederdi. Halka da hayvanlara karşı şefkatli olmalarını tavsiye ederdi. (5) Rahmet, Hz.Peygamber'in âdeta rûhuydu. Onun devamlı süründüğü güzel bir kokusu ve yaratılıştan kendisinde bulunan güzel bir hasletiydi. O, şefkat ve merhamete, içinden gele gele inanıyor ve onu özellikle tatbik ediyordu. Rahmetle ilgili sözlerine ve tatbikatlarına baktığımızda, bunu açıkça görmek mümkündür.

Bu rahmet duygusundan dolayıdır ki o, namazı uzun kıldırıpta başkalarına sıkıntı verdiğinden dolayı birini azarlamış, namazda çocuk sesini duyunca, namazı kısa kesmiş, bazılarının bütün bir seneyi oruçlu geçirdiğini duyunca onlara bunu yasaklamış, çocuklarını sevip okşamayanı îkaz etmiş, bir köpeğe acıyıp, onun susuzluğunu gideren günahkar bir kadının bu davranışını övmüş ve cennete gitmesine sebep göstermiş, kedinin ölümüne sebep olan ibâdete düşkün başka bir kadını ise cehennemlik olarak tavsif etmiştir.

Merhametle ilgili Hz.Peygamber'in (sav) bazı sözleri: "Allah, ancak merhametli kullarına merhamet eder.""Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin."(6) "Allah, herşeye iyilikle, güzellikle muâmele edilmesini ister. Hayvanları kestiğinizde zahmet vermeden güzelce kesiniz. Biriniz hayvanı boğazlayacağı zaman bıçağını iyice keskinleştirsin ve hayvana kolaylık göstersin."

[1] Müslim, Birr, 87
[2] Müslim, Fezâil 126; Ahmed b. Hanbel, 4/395
[3] Tekvîr, 81/19-20
[4] Müslim, Îman, 346
[5] Ebu'l-Hasan Nedvî, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed, 423-424
[6] Tirmizî, Birr, 16

14 Ocak 2013 Pazartesi

Evliya Çelebi'nin Medine'si

Doç. Dr. Mustafa S. Küçükaşçı
Marmara Üniversitesi
Her şehrin bir tarihi vardır. Bu tarih bazen kitaplarda, bazen de o şehrin sonraki nesillere ulaşmış tarihî mirasının içinde yer alır. Yeryüzünde bazı şehirler vardır ki, tarihsel geçmişleri yazılı kültür, abidevi eserlerin yanında insanların gönlünde de daima yaşar. Yazılı kültürün kaydettiği, tarihî mirasın tescil ettiği bu malumat, kuşaktan kuşağa büyük bir aşk ve hayranlıkla anlatılarak ortak bir bilgi hâline gelir. Evliya Çelebi’nin Türk kültür tarihinin en büyük hazinesi olan eserinin üç ana nokta etrafında yoğunlaştığı görülür. Bunlar Osmanlı başkenti İstanbul, Haremeyn şehirleri ve buraya hizmetleri ulaştırmak için en uygun yer olan ve Hz. Ömer zamanından itibaren Mekke ve Medine’nin siyasi ve sosyal hayatında en belirleyici olan Mısır eksenindeki Kahire’dir. 

Şehirleri tarih, mekân ve halk olmak üzere üç katman ekseninde inceleyen Evliya Çelebi, bu şehirlerin başında gelen Medine söz konusu olunca anlatımına bir takım ilaveler yapar. Bu ilaveler Hz. Peygamber'in hicretinden itibaren, Müslümanların akıl, fikir ve gönül dünyalarında oluşan Medine algısının zamanına ve Türk kültürüne aksetmesi temellidir. Bu bakımdan Evliya Çelebi Medine'yi coğrafi yapısı, fiziki durumu, tarihi, gündelik hayat ile bunun oluşumuyla doğrudan ilgili olan her türlü sosyal faaliyeti sistematik bir şekilde ele alırken, Yesrib'in Hz. Peygamber'in eliyle nasıl Medine'ye dönüştüğünü gözler önüne sermeye çalışır. Bunu yaparken sosyal bilimlerle ilgili çeşitli kaynaklara başvurarak bir gezginin ötesinde donanıma sahip olduğunu da gösterir. Bu arada yeri geldikçe şehirdeki Osmanlı eserlerine değinerek kültürel anlamda İstanbul ile Medine arasında manevi bağ kurmaya çalışır. Evliya Çelebi'nin yaşadığı XVII. yüzyıl öncesi ve sonrasında Medine'yi çok sayıda gezgin ziyaret etmiştir. Ancak bunlardan hiç birisinden geriye Evliya Çelebi gibi bir seyyahın izlenimlerini aşan zenginlikte bir kültürel miras kalmamıştır. 

Evliya Çelebi Medine'ye yaklaşırken farklı bir mekâna gelindiğini hissettirir. Sıradan bir şehre değil, Hz. Peygamber'in hicret yurduna gelinmiştir ve burada bulunmanın bir takım usul ve erkânı vardır. Medine'ye gelen kişi öncelikli olarak Hz. Peygamber'in huzuruna geldiğinin farkında olmalıdır. Bu farkındalık, Hz. Peygamber'in örnek alınmasının sadece dinî faktörlere bağlı olmayıp, O'nun hatırasına duyulan derin saygı ve O'na karşı beslenen vefa duygusundan kaynaklanmasıyla ilgilidir. Bir taraftan Mescid-i Nebevî'de namaz kılmanın heyecanını yaşarken, diğer taraftan da Kuran-ı Kerim'in Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirmekle ilgili tavsiyelerinden (el-Ahzâb 33/56) hareketle ziyaretinin daha feyizli olmasını sağlamaya çalışır. Hz. Peygamber’in şefaatini umarak büyük bir huşuyla dualarla Medine’ye doğru yönelir. Medine’ye kuzeyden Sel Dağı’nın doğu eteğinde bulunan yolcuların karşılanıp uğurlandığı Seniyyetülvedâ tepesinden girer; şehre giderken Delil adı verilen mihmandarının tanıtımını dikkatle dinlerse de salâtü selâm getirmeyi hiç ihmal etmez.  

...

Yazının tamamı için tıklayınız.

Related Posts with Thumbnails

En çok ilgi görenler

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı